Hipnozla ilgili yanlış bildiklerimiz
Mitler hipnoz dünyasının karabulutlarıdır. Sırf yanlış bilinenler yüzünden birçok hasta bu çok önemli terapötik teknikten yararlanmamaktadır. Bu konuda terapistlere büyük görevler düşmektedir. Uzun yıllardır çeşitli korkularla boş bırakılan bu alanda artık maalesef daha çok alan dışı kişilerin söyledikleri kabul görmektedir. Artık gerçeklerin bütün açıklığı ile paylaşılması zamanı gelmiştir. Son alınan bakanlık kararı bu konuda esaslı bir değişimi sağlayacaktır.
Hipnoz hakkında bilgisi olduğunu iddia edenlerin çoğunun yanlış ve eksik bilgilere sahip olduklarını göreceksiniz. Alacağınız en sık cevap, köstekli bir saat ve uyuyup zombiye dönmüş bir garip insan olacaktır. Oysa klinik (tıbbi) hipnozun yani hipnoterapinin bu anlatılanlarla yakından ve uzaktan bir alakası yoktur. Doğru ve gerçekçi bilgilendirme çok önemlidir. Sadece bilgilendirme yapmakla sınırlı kalmayın bir de ellerine bu konuda hazırlanmış broşürler verin, arada bir geri dönüp bakabilsinler.
İyi bir terapötik ittifak oluşturulmasında hazırlık aşamasının (mayalama süreci) önemi yadsınamaz. Bu yüzden çok önemli hipnotik mitlere kısaca değinmek istiyorum. Sizlere bu tür sorularla gelenlere aşağıdaki açıklamaları yapabilirsiniz:
Ya uyanamazsam? Bu korku ile hipnozdan kaçınanlara verdiğim cevap şudur; hipnoz bir uyku değil ki uyanmayasın. Burada hipnozun bir uyku olmadığını, hipnoz seansı boyunca aksine bir telkin verilmediği müddetçe, tüm olup bitenlerden haberdar olacaklarını hastalarınıza anlatmalısınız. Hipnoz aslında her gün doğal bir şekilde yaşadığımız bir durumdur. Hastaların hipnozdan çıkmak için bir hipnoterapiste ihtiyaçları yoktur. Hipnoterapist kişinin daha kolay hipnoza dahil olmasına yardımcı olan tecrübeli bir yardımcı, bir copilottur. Aslında hastaya hipnoz yapılmamış, hipnoz olmasında yardımcı olunmuştur. Dolayısıyla nasıl hipnoz olduysa o şekilde hipnozdan da rahatlıkla çıkabilecektir.
Hipnoz altındayken ya tüm sırlarımı açık edersem? Siz bir şeyi açıklamak istemediğiniz sürece o şey sizin bilinçaltı dünyanızda öylece kalmaya devam edecektir. Hangi trans seviyesinde olursanız olun istemediğiniz takdirde o bilgileri dışarıya vermezsiniz. Evet, hatırlarsınız, hatta tekrar yaşarsınız, katartik cevap bile verebilirsiniz ama söylemek istemiyorsanız söylemezsiniz. Hipnoterapi amaçlı hipnozdayken size, ne yasa dışı, ne de ahlak dışı bir şey yaptırılamaz. Her şeyden öte etik kurallar çerçevesinde çalışan ve ne yapması gerektiğini bilen, güvendiğiniz bir terapistin yanındasınız. Yetkili, bilgili ve tecrübeli bir terapist sizin sırlarınızla değil, terapinizle ilgilenir. Psikoterapistler merakla değil, bilgiyle, özenle ve empatiyle etik bir yaklaşım sunarlar. Bu yüzden hipnoterapi için güvenilir ve yetkili kişilere (doktor ve/ veya uzm. psikolog) müracaat ediniz. Yeterli güven sağlanmadığında zaten ne terapi, ne de hipnoz olmayacağınızı bilmelisiniz.
Terapist benim zihnimi kontrol altına alırsa. Telkine açık hale gelmek başka, telkini kabul etmek başka bir şeydir. Telkine açık hale gelen bir birey tüm telkinleri kabul edecek diye bir kural yoktur. Hipnotik dil kalıpları bölümünde de ifade edildiği üzere, hipnoterapinin en önemli ayaklarından biri telkindir. Hipnoterapide telkinler egosintonik yani egoya uyumlu olmak durumundadır aksi takdirde verilen telkinler her hangi bir işe yaramayacak ve suje tarafından kabul edilmeyecektir. Hipnoterapi amacına uyumlu olmayan telkinlerde kişi rahatlıkla hipnozdan çıkabilir. Kaldı ki, hipnoterapist ne kadar tecrübeli ve yetenekli olursa olsun hem hipnoza girmek ve hem de terapide başarılı olmak için sujenin yardımına ve seansa katılımda bulunmasına ihtiyaç duyar. Terapistin, hastanın zihnini kontrol altına almak gibi bir amacı olmamakla birlikte, asıl istediği bilinçaltına ulaşarak egoya uyumlu telkinleri bireye ulaştırabilmektir.
Hipnoz, hipnoterapistin gücüne bağlı bir durumdur. Kitabın içinde birkaç kez ifade edildiği üzere bu kanı yanlış bir bilgiden kaynaklanmaktadır. Özellikle meslek dışı kişiler, kendilerinde var olan ekstra bir güçle (!) hipnozu gerçekleştiriyorlarmış imajını yaymaya çalışırlar. Bu yanıltma farklı beklentilerin gelişmesine neden olur. Hipnoterapi; hipnoterapist ve sujenin birlikte gerçekleştirdiği bir girişim olup, sujenin onayı ve katılımı olmadan gerçekleşemez. Hipnoterapistlerin ekstra bir güçleri yoktur. Öte yandan hipnoz olmak son derece kolay ve doğal bir durum olup, ekstra güçlere ihtiyaç göstermez.
Hipnoza girmek benim zayıf karakterli biri olduğumu gösterir. Sanılanın aksine hipnoza yatkın kişiler daha çok; iyi bir hafızaya sahip, dikkatini odaklayabilen, hayali canlandırmada (imajinasyon) etkin, eleştirel olmayan, duygularını rahatlıkla ifade edebilen, “kendini bırakabilme” cesaretine sahip zeki bireylerdir. Dolayısıyla, hipnoz olmak herhangi bir kişilik bozukluğu ya da olumsuz kişilik özelliklerinin bir göstergesi olamaz. Gün içerisinde birçok kez kendiliğinden hipnoza girip çıktığımızı, hipnozun doğal bir olgu olduğunu ve yine her hipnozun bir otohipnoz olduğu gerçeğini düşündüğümüzde bu mit’in anlamsızlığı hemen anlaşılacaktır.
Hipnoza girmek tehlikelidir. Hipnozun bizzat kendisi tehlikeli değildir. Ancak meslek dışı şarlatanların elinde neye evrilir bilemem. Bir bistüri cerrahın elinde hayat kurtaran alet olarak işlev görürken, bir caninin elinde hayatı söndüren alete döner. Bu yüzden kimden ne tür yardım talebinde bulunduğunuza lütfen dikkat edin. Son yönetmelikle birlikte artık doktor ve uzman psikologlar Sağlık Bakanlığınca sertifikalandırılıyorlar. Eğer hipnoterapistinizin Sağlık Bakanlığı onaylı “Hipnoz Uygulama Sertifikası” yoksa lütfen o kişiye güvenmeyin ve kendinizi ona teslim etmeyin. (HYT, ZYT, MYT ve HBMT gibi sadece hipnotik tekniklerden oluşmayan uygulamalarda hipnoz sertifikası zorunlu olmamakla birlikte terapistinizin uygulayacak olduğu tekniğin eğitimini almış olması gerekmektedir.)
Bir kez hipnoz olduktan sonra artık o hipnoterapiste bağımlı hale gelirim. Hipnozun benim de kabul ettiğim bir teorik yaklaşımı onun öğrenilebilir bir durum olduğunu açıklar. Bunun ardında otohipnoz yatar. Otohipnoz, terapiste bağımlı kalmayı önleyen, sürekliliği sağlayan ve bireyin kendine güven duymasına katkıda bulunan bir süreç olarak kabul edilir. Diğer bir değişle hipnoterapi geleneksel terapi yöntemlerine kıyasla terapi sürelerini kısaltan bir etkiye sahiptir. Bu durum bağımlı kalmayı değil, özgürlüğü işaret eder. Başlarda yaşanan etkileşim bağımlılıktan ziyade terapötik ittifak gereği bağlılığı ifade etmektedir. Dolayısıyla hipnoterapiste bir bağımlılık söz konusu değildir.
Hipnoz bir terapi yöntemidir. Hipnoz bir terapi yöntemi değil, diğer terapilere yardımcı bir uygulamadır. Hipnozun klinik uygulamalara katkısının olduğu bilinen bir gerçektir. İçinde anksiyete bozukluklarının da bulunduğu ve terapilerinde “sadece BDT” veya “hipnozla birlikte BDT” uygulamalarına yer veren bir dizi psikoterapi uygulamasını karşılaştıran 18 çalışmanın meta analiz sonucu; “hipnozla desteklenen BDT’nin”, “sadece BDT’ye” göre daha fazla klinik kazanım sağladığı yönündedir (Kirsch ve diğerleri, 1995). Bu durum hipnozun etkili ve sonuç alıcı bir yardımcı olduğunu göstermektedir.
Hipnozdayken mutlaka gevşemeliyim. Sujelerin hipnoza dahil olduklarında bir miktar rahatlama yaşadıkları doğrudur. Ama bu mecburi ya da mutlak değildir. Kimi seanslarımda, seansın henüz başlarında; “…şimdi lütfen bulunduğunuz ânı ve yeri deneyimlemeye, duyumsamaya çalışın, bırakın nasıl deneyimliyorsanız öyle olsun… Şimdi bütünüyle bedeninize odaklanın, başınızın koltuğun başlığı ile sırtınızın koltuğun sırtlığı ile ve ayaklarınızın koltuğun ayaklığı ile olan temasına odaklanın…Bu temasın sizde meydana getirdiği değişikliği hissedin… Ne hissediyorsunuz, nasıl duyumsuyorsunuz? Sadece deneyimleyin… Bunun şöyle ya da böyle olması gerekmiyor. Nasılsa öyle… Burada yanlış ya da doğru, eksik ya da fazla yoktur. Duyumsadığınız şekliyle deneyiminizi kabul edin… Bilinçaltınızın size verdiği izin doğrultusunda şu ânı nasıl deneyimliyor ya da duyumsuyorsanız bırakın öyle olsun…” derim. Bu yaklaşım, özellikle düşük kendilik değerine sahip hastaların seansa güvenmelerine ve kendilerini iyi hissetmelerine neden olur. Seansa katılımı sağlar. Dolayısıyla illaki gevşeme, serbestleşme gerekmez. Ancak işin doğası gereği bir rahatlama, gevşeme ve serbestleşme çoğu zaman yaşanır.